Bir Kasırga Anısı

Disney World’e Gitmek Varken Kasırgaya Yakalanmak

1998 yılının Şubat ayıydı. Kış, Florida’ya uğramayı pek sevmezdi. Ben de, o günlerde tam oradaydım. Orlando, Orange County, Kissimmee bölgesinde… Disney World’e neredeyse yürüme mesafesindeki Holiday Inn otelinde kalıyordum. Çocukların neşeyle Miki Fare kulaklığı taktığı bir yerde, ben takım elbisemle iş toplantılarına katılıyordum. Şans işte.

İki haftalık bir etkinlikti; oturumlar Marriott / Orlando World Center otelinde gerçekleştiriliyordu. Teknoloji konuşuluyor, projeler anlatılıyor, her şey profesyonelce ilerliyordu. Ama fırsat bu fırsat dedim, hafta sonu ve boş birkaç günü de kendime ayırdım. NASA’nın Cape Kennedy Üssü’nü gezdim; Saturn V roketinin altında bir fotoğraf çektirdim. O devasa gövdeye bakarken ‘insan gerçekten isterse neler yapabiliyor’ dedim kendi kendime. ISS (Uluslararası Uzay İstasyonu) tasarım çalışmalarına hayran kaldım. Daytona yarış pistinin rüzgârını ciğerlerime çektim. Aliki Towers’ın yanındaki otoparka aracımı bırakıp, kumsalda yürüyüşe çıktım. Deniz huzurluydu, gökyüzü genişti. ‘Ah’ dedim, ‘keşke mayomu getirseymişim’. Ama Şubat ayında denize girmek aklımın en ufak köşesinden bile geçmemişti… Ben de çareyi buldum: bot ve çoraplar bir kenara, pantolon dizlere kadar sıyrıldı, denize öyle girdim. Soğuk değildi; tam aksine, su insanın ayaklarından girip içini dinlendiren türdendi.

O gece, 22 Şubat, hangi güne denk geliyordu bilmiyorum ama yorgunluktan erkenden, saat 10 gibi yattım. Otelin içi sessizdi, dışarısı ise hafif rüzgârlı. Fırtına yoktu. En azından o saatlerde…

Ama sabaha öyle bir şeyle uyanacaktım ki, hayatım boyunca hiçbir siren sesi o kadar derinlemesine işlemedi kulaklarıma…
Ama durun. Oraya geleceğiz. Henüz balkon kapısını zorlamadım. Henüz çöp konteynerleri uçmadı.

Henüz sabunlu yüzümle televizyonda gördüğüm manzara karşısında donup kalmadım.

Bir kasırga, önce yavaşça yaklaşır.
Bazen hayat da öyle…

Gecenin bir yarısı… Uyandım.
Ne bir saat çalmıştı, ne telefon… Uyandıran başka bir şeydi.
Bir ses.
Hayır, sadece ses değil; bir titreşim.
Sanki dünya koca bir davula dönüşmüş de, görünmeyen biri tüm kuvvetiyle dövüyordu onu.

İlk fark ettiğim şey, pencereden gelen ıslık gibi bir uğultuydu. Ama öyle bildiğimiz türden değil… Bu, tüyleri diken diken eden, sanki karanlığın içerisinden gelen bir çığlıktı. Yağmur camlara çılgınca vuruyordu. Gökyüzü önce flaş çakmış gibi pırıl pırıl parlıyor, ortalık gündüz gibi aydınlanıyor, hemen akabinde, gök gürlemesi yerle gök arasına kara bir perde çekercesine gümbür gümbür patlıyordu.

Merakla pencereye yöneldim.
Ve… Gözlerime inanamadım.
Amerikalılar yağmur şiddetli yağınca “it’s raining cats and dogs” (kedi köpek yağıyor) derler ya… Bu resmen “horses and donkeys” (at, eşek) yağıyor gibiydi. Rüzgâr öyle şiddetliydi ki, o devasa Amerikan çöp konteynerleri – hani şu neredeyse bir buzdolabı boyutunda olanlar – yerden kesilmiş, uçuyordu.

Bu ne yahu?” dedim içimden.
Balkon kapısına koştum. Belki dışarı çıkıp bakar, bir şeyler görürüm diye.
Ama kapı… Açılmıyordu.
Zorladım. Omuzladım. Hatta öyle bir bastırdım ki, sanki dışarıda bir fil kapıya dayanmış da, “Açma!” der gibiydi.
O an, sadece kapı değil sanki hayatın kendisi de bana “Dur” diyordu. Neyi durdurduğunu bilmiyordum ama sanki iç sesim, bu ısrarın sonunda iyi bir şeyler olmayacağını fısıldıyordu.

1987 Fort Worth’te katıldığım bir eğitim geldi aklıma:
Tornado Warning – Kasırga Uyarısı.
Orada öğretilmişti bize: “Kapılar güvenlik gereği dışa açılır, ama kasırga kapıya bastırıyorsa sakın açmaya çalışmayın. Sizi içeri itmez, dışarı çeker.
İçgüdüsel olarak geri çekildim.
İçimden tuhaf bir his geçti: İyi ki açılmadı bu kapı…

O an dışarıda ne olduğunu hâlâ tam anlamamıştım.
Bir doğa olayıydı belli ki. Fırtına, belki bir tropikal kasırga, belki de bir mevsim geçişi deliliği…
Ama bu delilik, sabah haberlerinde öyle bir kimlik kazanacaktı ki…
O gece hayatta kalmış olmak, şans değil, düpedüz kaderdi.

Sabah erkenden uyandım.
Dışarıda hava hâlâ karanlıktı ama artık geceki o uğultudan eser kalmamıştı. Rüzgâr durmuştu. Yağmur durmuştu. Sanki doğa bir gecelik cinnetini kusmuş da şimdi hiçbir şey olmamış gibi sus pus olmuştu.

Hâlâ tam anlayamamıştım ne yaşandığını. Belki de o an yaşadığım şeyin, sadece Florida’nın abartılı havasından ibaret olduğunu sanıyordum. Kalktım, her zamanki gibi televizyonu açtım, haber kanalına ayarladım, banyoya geçip tıraş hazırlıklarına başladım.

Kapı aralıktı, kulağım da televizyonda…
Yüzüme tıraş köpüğünü sürdüm, suyu ayarladım, derken…
Televizyondan gelen ses bir anda beni olduğum yere mıhladı.

…Kasırga sonucu şu ana kadar 34 kişinin hayatını kaybettiği bildirildi…

Elimde traş bıçağı, kıpırdamadan kulak kesildim.
Vay be…” dedim kendi kendime. “Demek bir kasırga olmuş… Nerede acaba?

Tam o sırada tekrar girdi habere spiker:

Dün gece Kissimmee’de meydana gelen kasırga…

Bir anda elimdeki traş bıçağı ile donup kaldım.
Kissimmee mi?
Ama orası burası!!!

Yüzümün yarısı köpüklü hâlde, kapıdan fırladım televizyonun karşısında dikildim. Ekranda harabe hâline gelmiş karavan parkları, devrilmiş ağaçlar, paramparça olmuş evler gösteriliyordu. O kadar tanıdık bir görüntüydü ki, sanki gece kamerayı benim balkona koymuşlar da dışarıyı çekmişler gibiydi.

İşte o an, gece açamadığım balkon kapısının aslında hayatımın en büyük ‘kilidi‘ olduğunu fark ettim.

O kapı açılsaydı…
Kim bilir…
Belki de bu yazıyı yazmak yerine, gökyüzünde uçuşan konteynerlerle vals ederken kasırganın koluna takılan, kimliği belirlenememiş bir kayıp olurdum.

Kahvaltımı yaptıktan sonra, etkinliğin devam ettiği otele gittim.
Salonda, katılımcılara gelen mesajların asıldığı bir duyuru panosu vardı.
Genellikle bu panoya pek dikkat etmezdim, ancak o gün gözüm üst sıralarda adıma takıldı: “Mr. M. Haluk Saran“.

Mesajda, direktörüm B. Aslanoğlu’nun aradığı, eşimin kasırga haberlerinden endişelendiği ve durumumu merak ettiği yazıyordu.
Hemen genel kullanıma açık bilgisayarların bulunduğu bölüme giderek, hem Buket’e hem de Barbaros Bey’e iyi olduğumu bildiren birer e-posta gönderdim.

Photo: NOOA

Photo: NOAA

Zihnimde yıllarca geriye gittim…
1987 yılıydı.
Teksas’ın ucu bucağı görünmeyen geniş, düz arazisinde Dallas’a komşu Fort Worth şehrinde mesleki eğitim için geçireceğim altı ayın henüz başlarındaydım. Yeni yeni uyum sağlamaya çalıştığım Amerikan yaşamı, saat farkı, dil bariyerleri derken jetlag(1) hâliyle karışık bir “oryantasyon haftası” içindeydik.

İlk derslerimizden biri beni çok şaşırtmış ve ilgimi çekmişti: “Tornado Warning” – Kasırga Uyarısı Eğitimi.

Biz Anadolu çocukları; kasırgayı aksiyon filmlerinde ya da çizgi filmlerde gördüğümüz hortumlar gibi sanırdık.
Ama Amerikalılar çok ciddiydi bu konuda.
Öyle ki, bu eğitim başlı başına bir prosedür idi. Kasırganın yaklaşma belirtileri, hangi renk alarm ne anlama gelir, hangi yapılar tehlikeli, yapılarda nereler sığınak olur… Hepsi sistemli bir şekilde anlatıldı. Kapılar acil durumlarda; çıkışlarda yığılma olmaması için dışarı açılır. Ama kasırga sırasında o kapıyı açmak, kendini rüzgâra teslim etmek demektir.
Detay, disiplin, dakiklik… Bildiğiniz Amerikan tarzı.

Ben bu eğitimi büyük bir merakla dinledim.
Hatta içimden şöyle bir düşünce bile geçti:

Madem bu kadar sık kasırga oluyor, umarım bir tanesini de ben görürüm.

Ve evet, birkaç kez oldu.
Kablo TV’mizin bir kanalı sadece kasırga uyarılarına ayrılmıştı.
Canlı harita üzerinde kasırgaların yönünü, şiddetini, geçiş zamanlarını izleyebiliyordum.
Kasırga alarmı verildiğinde, ekranın altından sürekli kayan yazılar ile uyarılar geçerdi.
Ben de hemen geçerdim o kanala; haritayı açar, kasırga nereden geliyor, nereye gidiyor, buraya döner mi diye heyecanla takip ederdim.

Üç farklı kasırga olayı izledim böyle.
Ama hiçbiri bizim bulunduğumuz hattın üzerinden geçmedi.
Benim de hevesim biraz kursağımda kalmıştı.

Bazen hayat, hevesleri hemen karşılamaz. Önce hazır olup olmadığını sınar. Sonra, yıllar sonra, hiç beklemediğin bir anda önüne koyar — hem de çok daha öğretici bir şekilde.

Ve işte o öğretici hâl, yıllar sonra Florida’da, hem de tam üzerimden geçerek beni yakaladı.
Eğitimde duyduğum o “kapıya yüklenme” uyarısı, 11 yıl sonra gecenin bir vakti hayatımı kurtardı.

O sabah…
Yüzümdeki köpük kuruyana kadar, gözlerimi ekrandan ayıramadım.
Sanki haberlerde izlediğim yıkımın, başkalarının başına gelmesine değil, bana çarpıp geçmemiş olmasına hayret ediyordum.
O balkon kapısı…
Açılmadı ya…
Belki de hayatım boyunca karşıma çıkacak en hayırlı “açılmayan kapı” oydu.

Hayat bazen insana açılmayan bir kapıyla cevap veriyor.
Sen zorlarsın, omuzlarsın, açmak istersin…
Ama o direnç seni korumak içindir.

34 can o gece gökyüzüne savrulmuştu.
Birkaç gün sonra her şey daha da netleşti ve olay tarihe şu şekilde geçti:

1998 Kissimmee Kasırga Felaketi olarak bilinen bu olay, Florida tarihindeki en ölümcül kasırga felaketiydi.
22 Şubat 1998’i 23’üne bağlayan gece meydana gelen bu felakette, 42 kişi hayatını kaybetti, 260’tan fazla kişi de yaralandı.

Ben ise…
Bir kapının arkasında, hayatın bana tanıdığı o ince farkla, sabahı görebilmişim(2).

İşte tam bu yüzden, ne zaman bir kapı açılmasa…
Ne zaman bir şeyler ters gitse…
Ne zaman hayat bana “hayır” dese…
Hep o geceyi hatırlarım.
Belki de o ‘hayır’ aslında bir ‘koruyucu hayır’dır.

Bazen, açılmayan bir kapı…
Hayatın bize verdiği en büyük evet’tir.

Kalın sağlıcakla…

M. Haluk Saran – 13.04.2025


Dip Notlar:

(1) Jetlag, uzun mesafeli uçuşlardan sonra vücudun biyolojik saatinin gittiğin yerin saat dilimiyle uyumsuz hâle gelmesiyle oluşan yorgunluk, uykusuzluk ve dalgınlık durumudur. Bunu yaşayanlar bilir: ne zaman yemek yenir, ne zaman uyunur, vücut karar veremez. İşte 1987 Teksas eğitimlerimizin ilk haftası da böyle bir jetlag içindeydi.

(2) Olay anında yaşadığım felaketin boyutlarını kavrayamamıştım. Yıllar sonra, YouTube’da yaptığım bir “Florida” araması sırasında karşıma çıkan görüntüler sayesinde, aslında ne kadar büyük bir kasırganın tam ortasında kaldığımı fark ettim.
O zamana dek sadece “sıradan bir kasırga” yaşadığımı sanıyordum…

Referanslar:

Wikipedia – 1998 Kissimmee tornado outbreak başlıklı makale.

Spectrum News 13

NOAA – National Weather Services Report (pdf)

Photo: NOAA

.

9 Comments

  • Okurken heyecanlandım. Yaşanmasını düşünmek inanılmaz. Şanstan öte durum. Paylaşım için teşekkürler.

  • Geçmişler olsun. Umarım karşılaştığın tüm zorlukları aynı şans ve kolaylıkla atlatırsın. Paylaşımına teşekkürler, sevgiler.

  • Haluk çok etkileyici bir yazı. Çok korkunç ve etkileyici bir deneyim olmuş. Paylaştığın için çok teşekkürler.Sevgiler.

  • Bazen açılan kapılar şans getirir insana bazem de açılmayan kapılar hayat verirmiş insana ,misaline uygun bir yaşanmışlık olmuş.

  • Hikaye tadında yazılmış müthiş bir yaşanmışlık

    • Florida deyince aklıma kasırga gelir sanki yasamudim gibi
      Ana çok etkileyici Eğer olayın büyüklüğünü farketseymisin panik olabilirdin ..İyi ki o kapi açılmadı..

  • Tebrikler, kapılarımızın güzelliklere açılması dileğiyle.

    • Güzel bir yazı olmuş adete o anları bende yaşadım. Hatta Orlando’da yaşayan bir yakınıma yazını gönderdim. Benim dikkatimi çekende kapının yüzüne kapanması. Demek ki yaşamla ölüm arasındaki kapıyı zorlamamak gerekirmiş. İyiki bu yakada kalmışsın…

Bir yanıt yazın