Kuş Sesleri, Çekmeyen İnternet, Küçük Kalpler
İtalya’da, Appennin Dağları’nın yamaçlarında gizlenmiş küçük bir vadideyiz.
Bu yılın (2025) ilk aylarında oğlum Efe, Bolonya ile Floransa arasında, ormanın içinde; yılların sessizliğini içinde saklayan, en az yüz yıllık bir taş ev satın aldı.
Biz de hem özlem gidermek hem de yapılacak işlerde yardımcı olmak için buradayız.
Evi ilk gördüğümde, sanki vadinin belleğinden kopup gelmiş bir şeyler varmış gibi hissettim.
Sabah güneşi tepelerin üzerinden henüz pırıltılarını saçmaya başlamış, bahçeyi çevreleyen ağaçların yaprakları vadiden gelen serin esintiyle usulca hışırdıyor.
Ormandan yükselen cırcır böceklerinin sesine, kuş cıvıltıları ve arada bir de Nilan’ın(1) kahkahaları karışıyor.
Ben ise bahçedeki şezlonga uzanmışım; elimde telefon, çekmemeye ant içmiş internet sinyalini yakalamaya çalışıyorum.
Torunum fırsatını bulur bulmaz telefonu elimden kapıyor.
Çevik adımlarla ormanın içindeki tahta kulübeye doğru koşuyor.
Kulübenin içindeki tahta sedirin üzerine serilmiş sünger döşeğe yayılıyor ve hemen ‘Çeviri’ uygulamasını açıyor.
Sonra başlıyor büyük bir neşeyle en sevdiği şarkısını söylemeye:
“Cuoricini! Cuoricini!(2)”
Uygulama onun şarkı söylediğini ne bilsin; metin olarak kaydediyor. Bizimki şarkısını bitirip de ekrandaki hoparlör ikonuna dokununca, hoparlörden soğuk, mekanik bir erkek sesi bütün hissizliğiyle o “şarkıyı” düz metin olarak okuyor. Minişim arada bir kıkırdadığına göre, belli ki bazı kelimeleri yanlış telaffuz ediyor olmalı.
Kulübede internet daha iyi çekiyor olmalı ki, Türkçe çevirisi de çıkıyor ekrana. Nilan hemen onu da tıklıyor. Bu kez de mekanik bir kadın sesi başlıyor: bazı yerlerde sesli harfleri gereksiz yere uzatarak, bazı yerlerde kelimeleri tuhaf bir şekilde böle böle şarkının Türkçe çevirisini okuyor. Bu kez ben kıkırdamaya başlıyorum. Daha ‘Cuoricini’ ne demek onu bile bilmiyorum. Çeviride ‘küçük kalpler’ yazıyor ama o anda bana hiçbir şey ifade etmiyor. Eleonora’ya soruyorum; meğerse sosyal medyada beğenilen mesaj ya da yorumun altına ‘beğendim’ anlamına atılan o minik kırmızı kalpler demekmiş.
Cuoricini, İtalyan ikilisi Coma Cose’nin 2025 Sanremo Müzik Festivali’nde seslendirdiği bir şarkı. İlk dinleyişte eğlenceli bir pop gibi geliyorsa da sözleriyle, elektronik ortama düşmüş modern ilişkilerin dijital yüzeyselliğini ince bir ironiyle sorguluyor.
Hâl böyle olunca, bana da yazılacak bir malzeme daha çıkıyor.
…

Bir Kanepe, İki Telefon, Kaybolan Dokunuşlar
Telif Hakkı Notu:
Bu görsel, Coma Cose grubunun resmi YouTube kanalında yayımlanan “Coma_Cose – CUORICINI (Video Ufficiale – Sanremo 2025)” adlı videodan ekran görüntüsü olarak alınmıştır. Yalnızca kültürel analiz, bilgi paylaşımı ve yorum amacıyla kullanılmaktadır. Tüm hakları Coma Cose grubuna aittir.
Nota Sul Copyright:
Questa immagine è un fermo immagine (screenshot) tratto dal video “Coma_Cose – CUORICINI (Video Ufficiale – Sanremo 2025)” pubblicato sul canale YouTube ufficiale di Coma Cose. È utilizzata esclusivamente a fini di analisi culturale, condivisione di informazioni e commento. Tutti i diritti appartengono al gruppo Coma Cose.
…
Bir Kanepede İki Dünya
Güneş batar, akşam olur.
Evde ışıklar yanar, dışarıda hareketlilik azalmış. Gündüz insanları yerlerini gece insanlarına bırakmış.
İçerideyse iki insan: biri kanepenin bir ucunda, diğeri öteki ucunda. Ellerinde birer cep telefonu, araları bir kol mesafesi, adeta evrenin öte ucu…
Televizyon açık ama sesi kısık.
Bir yandan yayın akışı, bir yandan bip bip bildirim sesleri, bir yandan da derin bir sessizlik.
Konuşmalar kısa, cümleler parçalı.
“Bak bak şuna bak…”
“Hı-hıı.”
“Güzelmiş diy mi?”
“Evet.”
Ardından yine sessizlik.
Derken bir şarkı geliyor ekrana. Sözleri dikkat çekici…
“Un divano e due telefoni — È la tomba dell’amore.”
(Bir kanepe ve iki telefon — Aşkın mezarı).
Bu şarkıyı ilk kez duyuyor adam. “Abartmışlar” diyor.
Ama sonra birden fark ediyor ki; bu tablo o anda sadece kendilerinin değil, bir çağın manzarası.
Bir kanepeye iki insan rahatça sığabiliyor, ama ne yazık ki iki kalp sığamıyor artık.
Oysa bir zamanlar o kanepelerde, birlikte ne filmler izlenir, ne kahveler içilir, ne sohbetler edilir, neler dertleşilirdi.
Şimdi ekranlar dertleşiyor, insanlar sessiz.
Aynı odada, farklı ekranların ışığında yaşanıyor.
Ekranlar parlak, yüzler soluk…
ve kimse fark etmiyor: o loş ışıkta aslında birbirlerini yitirdiklerini.
Belki de şarkının anlatmak istediği de bu:
Biz artık aynı fiziksel mekânda bulunmamıza rağmen, aynı frekansta değiliz.
Teknoloji bizi birbirimize bağlayamadı; birlikte değiliz. Sadece yan yanayız, hepsi o…
Aslında o “yan yanalık” artık bir yakınlık değil, bir paralellik.
Bilirsiniz: paralel çizgiler, sonsuza kadar yan yana gider ama asla kesişmezler.
Küçük Kalplerin Dili
Bir zamanlar duygular mektuplara sığardı.
Kâğıt, kalem ve el yazısının titrek çizgileriyle başlardı her hikâye.
“Sevgili” diye başlayan mektuplar vardı, bazen birkaç sayfa, bazen tek bir cümle.
Sonra daktilo, sonra bilgisayar, sonra kısa mesaj geldi sırayla.
Artık hepsi bir ikonun içine sıkıştı: ‘❤’
Bir kalp artık atan değil gönderilen oldu.
Bir “beğeni”nin içine ömürlük bir sevgi sıkıştırıldı, bir “görüldü”de koca bir yalnızlık saklandı.
Bir çift gözün bakışı yerine bir simge; bir sarılmanın sıcaklığı yerine bir titreşim.
Duygular hızla tüketime uygun hale geldi.
Kelimeler yerine kısaltmalar, cümleler yerine emojiler konuşuyor artık.
Şarkının sözleri de tam bunu söylüyor sanki:
“Ma tu volevi solo cuoricini, cuoricini…”
(Ama sen sadece küçük kalpler istedin, küçük kalpler…)
Bir çağın özeti işte bu.
İnsanlar artık sevgi değil, simge istiyor.
Bir duygunun değil, bir bildirimin peşindeler.
Her “❤”, bir tür onay mührü adeta.
Dijital bir “ben de buradayım” sinyali.
Oysa “kalp” denilen şey, dokunduğunda hissedilen, sustuğunda özlenen bir şeydi.
Şimdi ise sonsuz bir akışta kayıp giden, tıklanıp geçilen bir alışkanlık haline geldi.
Bir zamanlar kalpler atardı; şimdi gönderiliyor.
Ve o ‘gönder’ tuşuna her bastığımızda, belki de biraz daha hissizleşiyoruz.
Kalp Enflasyonu ve Duygusal Borsa
Artık her şeyin bir maddi değeri var.
Ama bir anlamı var mı, orası belirsiz.
Bir zamanlar bir kalp, bir hissin ifadesiydi.
Şimdi bir rakamın parçası.
Kaç beğeni aldığın, kaç kişinin izlediği, kaç saniye tutulduğun önemli.
Küçük kalpler, duygunun değil, görünürlüğün ölçüsü oldu.
Her “❤”, artık bir sevgi değil; bir onay, bir puan, bir veri.
Sosyal medya, yeni dünyanın duygusal borsası gibi işliyor.
Duygular arz-talep dengesine göre değer kazanıyor.
Bir gönderi “trend” olduğunda sevgi artıyor, gözden düştüğünde unutuluyor.
İnsanlar artık duygularını yaşamak yerine, pazarlıyor.
Kendini ifade etmek, yerini “kendini satmaya” bıraktı.
Bir paylaşım yapıyoruz, sonra elimizi telefona götürüp bekliyoruz:
“Kaç kalp geldi acaba?”
O kalpler geldikçe seviniyoruz, azaldıkça üzülüyoruz.
Artık mutluluk bile dış kaynaklı bir veri akışına bağlı.
Oysa insanın iç dünyası bir algoritmaya sığabilir miydi?
Ama ne yazık ki bizler o algoritmaların içine gönüllü olarak girdik.
Ve farkında olmadan, kendi duygularımızın değerini düşürdük.
Tıpkı fazla basılmış bir para gibi, küçük kalpler de enflasyona uğradı.
Her yerde o kadar çok “❤” dolaşıyor ki, artık hiçbirinin değeri kalmadı.
Birinin kalbine dokunmak yerine, binlerce kişiye dokunmadan dokunur olduk.
Bir zamanlar “kalp kırmak” kötü bir şeydi.
Şimdi “kalp kırmak” değil, “kalp atmamak” sessiz bir cezaya dönüştü.
Birini susturmak için engellemene bile gerek yok; sadece kalp atmazsın, olur biter. Mesajı alır o zaten.
İşte çağımızın ironisi de bu:
Artık duygular bile ekonomi gibi işliyor.
Bir gönderi ne kadar çok kalp alırsa, o kadar değerli sayılıyor.
Ama gerçek sevgi, hâlâ borsada işlem göremiyor.
O Gözlerin İki Tüfek Gibi
Eskiden gözler konuşurdu.
Bir bakışla bin kelime söylenir, bir susuşla binlerce sitem.
Şimdi ekranlar konuşuyor, gözler susuyor.
Bir mesajın altındaki “görüldü” ibaresi, belki de çağın en kısa ama en ağır cümlesi.
Ne söylenecek bir söz kalıyor, ne de duyulacak bir ses.
Bir zamanlar göz göze gelmek idi gerçek cesaret;
şimdi göz göze gelmemek bir savunma mekanizması.
“Quegli occhi sono due fucili che sparano sui cuoricini.”
(O gözler birer tüfek gibi, küçük kalplere ateş ediyor.)
Parçanın bu dizesi, dijital çağın en keskin metaforu belki de.
Bir ekranın ardından gelen donuk bir bakış, bin kurşundan daha sessiz ama daha öldürücü.
Bir “görüldü” bile yeterli artık – hiçbir kelimeye gerek yok.
Kelimeler kırmıyor artık; kıran şey sessizlik.
Konuşmamayı seçmek, yeni çağın en soğuk reddi.
Birini hayatından çıkarmak, onu engellemek kadar kolaylaştı.
“Okundu” yazısı çıkıyor, ardından bir hiçlik.
Ve biz, o tüfek gibi gözlerin karşısında savunmasızız.
Çünkü artık gerçek temas kalmadı. El sıkışmak bile…
Gözlerimiz ekrana, kalbimiz bildirimlere kilitlenmiş.
Birbirimizi duymuyoruz artık; sadece birbirimize bakıyor, görmüyoruz.
Bir Cumartesi Günü Gerçek Kalpler
Bazen hayat, en sade anlarında hatırlatıyor insana özünü.
Bir Cumartesi sabahı uyanırsınız; burnunuza demlenmiş nefis bir çay kokusu gelir, bir yerlerden de çocuk sesleri…
Bildirim sesleri yoktur, alarm çalmamıştır.
Ve o sessizlikte garip bir huzur duyarsınız…
Evde kimsenin acelesi yoktur…
Telefonlar bir kenarda, ekranlar kararmış.
Bir bardak sıcacık çay, bir kitap, bir parça müzik.
Bir an için zaman eskilere dönmüş gibidir.
Ne “görüldü” var, ne “beğenildi”.
Sadece var olmak, sadece orada olmak.
O anda şarkıdaki o umutlu dize gelir:
“Ma, fortunatamente, un sabato qualunque…”
(Ama, neyse ki, sıradan bir Cumartesi…)
İşte o sıradan Cumartesiler, insanı hayata döndürüyor aslında.
Çünkü gerçek temas hâlâ mümkün.
Bir elin diğerine dokunuşu, bir tebessüm, bir “Nasılsın?”
Hatta bir minik öpücük…
Hiçbiri bildirim gerektirmiyor.
Bir sarılmanın sıcaklığı, en güçlü Wi-Fi sinyalinden bile daha güçlü.
Belki de modern çağın en büyük lüksü, çevrimdışı olabilmek.
Telefonu sessize almak değil, zihni susturabilmek.
O anda fark edersiniz ki: kalpler hâlâ atıyor, sadece sesleri biraz kısılmış.
O ritmi duymak için ekranlara değil, insanlara bakmak gerekiyor.
Bir Cumartesi günü kadar sade, bir çayın kokusu kadar gerçek, bir çocuk kahkahası kadar kalpten…
İşte o an, insan yeniden çevrimiçi olur. Ama bu kez bağlandığı hayattır; sistem değil.
Kalplerin Pil Ömrü
Kalplerin de bir pil ömrü var.
Bazen %10’lara düşüyor, uyarılar çıkıyor içimizde: “Düşük güç modu.”
Konuşmalar kısalıyor, bakışlar donuyor, cümleler tasarrufa alınıyor.
Oysa insan kalbi hâlâ en eski şarj aletleriyle de dolabiliyor:
Bir sarılma, bir “iyi ki varsın”, bir bardak çayı paylaşmak.
Ne Wi-Fi ister ne veri paketi; sadece yan yana durabilmektir tek istediği.
Şarkıda söylendiği gibi:
Dünya başımıza yıkılsa bile küçük kalpler yanıp sönmeye devam ediyor.
Önemli olan onların yerine geçeni değil, onları hissedeni hatırlamak.
Belki de mesele:
Bildirimleri kısmak değil, kalpleri açmaktır.
Ve her seferinde usulca şunu hatırlamak:
Bir zamanlar kalpler atardı;
şimdi de atıyor.
Biz sadece ona kulak vermeyi unuttuk.
Kalın sağlıcakla / Aydın – 23.10.2025
…
Kaynaklar:
- Official Video: Coma Cose – Cuoricini (Sanremo 2025)
https://www.youtube.com/watch?v=TpJzc0b34FA - Wikipedia – “Cuoricini” sayfası (sanatçı yorumu ve arka plan)
- LyricFluent – şarkı anlamı/çeviri notları
- LyricsTranslate – İtalyanca–İngilizce/Türkçe dize karşılıkları
Dip Notlar:
(1) Torunumuzun adı Nilan. Tuhaf bir isim gibi geliyor di mi… İlk başlarda bana da öyle gelmişti. O daha dünyaya gelmeden ben bir İtalyan bir Türk ismi verelim diye düşünmüştüm, Eleonora (kısaca “Ele” deriz biz ona) sıcak bakmamış bu fikrime. O, ismi hazırlamış bile; Nilan. “Ne ‘lan’ ne’lan’?” demişim gayrıihtiyari. Açıkladı Ele; Srilanka dilinde ‘yakışıklı delikanlı’ anlamına geliyormuş. Eh inandık mecburen. Bir Srilankalı ahbabımız yok ki teyit ettirelim. Neyse, zamanla alıştık. Hoşumuza da gidiyor. Bu son gidişimizde öğrendik ki; bu kez de Nilan adını sevmemiş, ‘adın ne?’ diye soranlara ‘Mario’ diyor. Super Mario’dan esinti…
(2) Cuoricini – Şarkı Sözleri
Oggi mi sento una pozzanghera se l’ansia mi afferra.
Bugün kaygı beni yakaladığında kendimi bir su birikintisi gibi hissediyorum.
Con lo sguardo verso il cielo, ma il morale per terra.
Gözüm gökyüzünde, ama moralim yerlerde.
Se mi trascuri, impazzisco come maionese.
Beni ihmal edersen, mayonez gibi bozulurum.
Ci sto male (male male, male).
Kötüyüm… gerçekten çok kötü.
Vorrei svagarmi, ma oggi una canzone dura come un temporale
(anche se è molto popolare).
Biraz oyalanmak istiyorum ama bugün bir şarkı, gök gürültüsü kadar sert geliyor (popüler de olsa).
E mi hai buttato via in un sabato qualunque
Ve sen bir Cumartesi günü beni bir kenara attın,
Mentre andavi in cerca di uno slancio di modernità.
Sen ise “modernlik” arayışına çıkmıştın.
Ma tu volevi solo cuoricini, cuoricini.
Ama sen sadece küçük kalpler istiyordun, küçük kalpler.
Pensavi solo ai cuoricini, cuoricini.
Aklında hep o küçük kalpler vardı, küçük kalpler.
Stramaledetti cuoricini, cuoricini,
Lanet olası küçük kalpler, küçük kalpler,
Che mi tolgono il gusto di sbagliare tutto.
Bana her şeyi yanlış yapmanın tadını bile unutturuyorlar.
Poi mi uccidi, poi mi uccidi.
Sonra beni öldürüyorsun, bir daha öldürüyorsun.
Quegli occhi sono due fucili, due fucili,
O gözler iki tüfek gibi, iki tüfek,
Che sparano sui cuoricini, cuoricini.
Ve bu küçük kalplere ateş ediyorlar.
Persino sotto alla notizia “crolla il mondo”
Hatta “dünya yıkılıyor” haberinin altında bile,
Un divano e due telefoni, è la tomba dell’amore.
Bir kanepe ve iki telefon: aşkın mezarı.
Ce l’ha detto anche un dottore:
Bir doktor bize şunu önerdi:
Porta un chilo di gelato e poi nel dubbio porta un fiore.
Bir kilo dondurma getir, emin olamıyorsan bir çiçek de getir.
E almeno un kiss, please.
Ve en azından bir öpücük, lütfen.
E se oggi ho le pupille più grandi del cuore, non mi giudicare.
Eğer bugün göz bebeklerim kalbimden büyükse, beni yargılama.
Male, male, male.
Kötü hissediyorum, çok kötü.
Che dovrei dire io che ti parlavo e tu nemmeno ti mettevi ad ascoltare?
Seni dinlemeyen sendin. Ben ne diyebilirim?
Tu mettevi solo cuoricini, cuoricini.
Sen sadece küçük kalpler koyuyordun.
Pensavi solo ai cuoricini, cuoricini.
Aklında hep o küçük kalpler vardı.
Stramaledetti cuoricini, cuoricini,
Lanet olası küçük kalpler,
Che mi tolgono il gusto di sbagliare tutto.
Bana hata yapmanın bile tadını unutturanlar.
Poi mi uccidi, poi mi uccidi.
Sonra beni öldürüyorsun, bir daha öldürüyorsun.
Quegli occhi sono due fucili, due fucili,
O gözler iki tüfek gibi, iki tüfek,
Che sparano sui cuoricini, cuoricini.
Küçük kalplere ateş ediyorlar.
Persino sotto la notizia “Crolla il mondo.”
Hatta “Dünya yıkılıyor” haberinin altında bile.
Ma, fortunatamente, un sabato qualunque,
Ama neyse ki, sıradan bir Cumartesi günü,
Mi hai portato via da tutta quanta la modernità.
Beni bu modernliğin tamamından uzaklaştırdın.
Ma dove scappi senza cuoricini, cuoricini?
Ama nereye kaçıyorsun o küçük kalpler olmadan?
Per l’autostima, cuoricini, cuoricini.
Özgüven için, küçük kalpler, küçük kalpler.
Che medicina, cuoricini, cuoricini,
Ne güzel ilaç şu küçük kalpler,
Ma che tolgono il gusto di sbagliare tutto.
Ama yine de hata yapmanın tadını yok ediyorlar.
Poi mi uccidi, poi mi uccidi.
Sonra beni öldürüyorsun, bir daha öldürüyorsun.
Quegli occhi sono due fucili, due fucili,
O gözler iki tüfek gibi, iki tüfek,
Che sparano sui cuoricini, cuoricini.
Küçük kalplere ateş ediyorlar.
Persino sotto la notizia “Crolla il mondo.”
Hatta “Dünya yıkılıyor” haberinin altında bile.
Cuoricini, cuoricini.
Küçük kalpler, küçük kalpler.
Cuoricini, cuoricini.
Küçük kalpler, küçük kalpler.
Persino sotto la notizia “Crolla il mondo.”
Hatta “Dünya yıkılıyor” haberinin altında bile.
Come-Cose
…
