Küsmek Üzerine…

Küsmek…

Ne tartışmalı bir kelime, değil mi?
Hayatımıza çocuk yaşta giren ve yetişkinliğimizde bile peşimizi bırakmayan bir davranış biçimi. Kimi zaman dudak bükerek, kimi zaman içimize kapanarak, bazen “bir daha asla konuşmam” deyip üç gün sonra “ne var sanki” demeye çalışarak yaşarız bu duyguyu. İşin garibi, çoğu zaman ne tam olarak neden küstüğümüzü biliriz, ne de karşı taraf gerçekten neye küstüğümüzü anlar. Hatta küstüğümüzün farkında bile olmayabilir. Sessiz ama derin bir protestodur bu. Adını koymasak da hayatımızın hemen her alanında vardır.

Küsme; sokaktaki arkadaşla olabilir, evde eşle, işte müdürle… WhatsApp grubunda günaydın yazmamakla başlar, aylarca hatta yıllarca süren sessizliğe döner. Aynı evin içinde yaşanır bazen, aynı mahallede, bazen de binlerce kilometre ötede. Kimi zaman sadece bir suskunluk olur, kimi zamansa bir varoluş şekli. Bazen bir “beni fark et” çığlığıdır, bazen de “benden bu kadar” demenin yolu. Ama her halükârda, küsmenin olduğu yerde yarım kalan bir şey vardır: söylenememiş bir söz, anlaşılmamış bir duygu, görülmemiş bir insan.

Küsmenin Doğası ve Psikolojisi

Küsmek, temelde bir duygusal kırılma anının ardından gelen bilinçli bir iletişimsizlik kararıdır. Bir şey olmuştur – belki küçük bir laf, belki büyük bir hayal kırıklığı – ve artık konuşmak yerine susmak seçilir. Ama bu suskunluk sadece bir sükûnet değil, aynı zamanda bir mesajdır: “Beni kırdın. Ve ben bunu sana söylesem de anlamayacağını düşündüğüm için artık susuyorum.

İşte burada küsmek, sadece bir duygusal tepki değil, aynı zamanda bir iletişim yöntemi haline gelir. Pasif bir protestodur. Bağırmaz, çağırmaz ama etrafına dokunulmazlık duvarını örer. Bu duvar kimi zaman geçicidir, kimi zaman kalıcı. Bazen birkaç saat sürer, bazen yıllarca devam eder. İşin en ilginç yanı ise; çoğu zaman karşı taraf bu duvarın neden örüldüğünü tam olarak bilemez. Çünkü küsmek, açıklamaya ihtiyaç duymayan bir tepkidir. İçimizden “O anlamadıktan sonra; anlatsam ne olur?” diye geçiririz. Hatta belki de içten içe bir umut vardır: “Bırak, o anlasın. Bana ne…

Küsmenin merkezinde çoğu zaman bir beklenti vardır. Karşı tarafın bizim gibi düşünmesini, bizim gibi davranmasını, bizim gibi hissetmesini beklediğimiz zamanlarda bu beklenti karşılanmazsa hayal kırıklığıyla birlikte içimizde bir boşluk oluşur. İşte o boşluk, zamanla kırgınlığa, sonra sessizliğe ve en nihayetinde küskünlüğe evrilir. Bu noktada işin içine empati eksikliği girer. Çünkü biz kırıldığımızda çoğu zaman şu soruyu sormayız: “Ben ona kırıldım da; acaba o da başka bir nedenle bana kırılmış olabilir mi?”. Bunun yerine iç sesimiz şöyle der: “Bunu bana yapmamalıydı”. İşte o anda, karşımızdakini kendi bakış açımızın dar kalıplarına hapsetmiş oluruz.

Küsme bazen bencildir. “Benim gibi düşünmüyor. Yanlış yapıyor.” ya da “Benim gibi davranmıyor. Gittiği yol, yol değil”. Oysa insanların farklı olduğu, hiç akla gelmez. Çoğu zaman farklar yüzünden çıkar kırgınlıklar. Ama sırf farklı diye küsüyorsak, belki de önce aynada kendimiz bakmalıyız; acaba ben mi yanlış davranıyorum diye.

İlginçtir ki, küsmek aynı zamanda bir “kontrol mekanizması” da olabilir. Susarak karşı tarafı harekete geçirmek ümit edilebilir. Küserek “beni anla“, “gel gönlümü al“, “artık hatalı olduğunu fark et” diyebilir zihinler. Ama çoğu zaman bu sessizlik bir tür muamma olarak kalır; küsülen de ne olduğunu çoğu kez anlamaz. Küsen ise küstüğünün onu anlamasını beklerken ondan daha da uzaklaşır. Buyurun size çıkmaz sokak.

Oysa herkesin bakış açısı, algısı, sınırları farklıdır. Kimse bizim gibi düşünmek, hissetmek, davranmak zorunda değildir. Ama biz kırıldığımızda, bu basit gerçeği bile göremeyiz. Çünkü o anda ne mantığımız, ne de anlayışımız devrede olur. Sadece kırılmışızdır… Hepsi bu.

Kültürlerarası Bir Bakış ve Toplumsal Sahneler

Bir kişisel gelişim eğitimindeyken eğitmenimizin (Prof. Mehmet Gürkaynak) söylediği bir cümle aklıma yerleşmiş: “Küsme davranışı, sadece bizim gibi dolaylı iletişimi[1] benimseyen toplumlarda görülür. Hatta İngilizcede bu kelimenin birebir karşılığı bile yoktur.” Bu ifade ilk başta abartı gibi geldi, ama şöyle bir düşününce hak verdim.

Gerçekten de “küsmek” fiilinin İngilizce’de tam karşılığı yok.

  • To sulk denir – surat asmak, somurtmak gibi.
  • To hold a grudge – kin tutmak.
  • To give the silent treatment – sessizliğe bürünerek karşı tarafı cezalandırmak.
    Ama hiçbiri bizim “küsmek” dediğimiz durumun bire bir karşılığı değil.

Çünkü bizim küsme davranışımız, sadece bir sessizlik değil; alınmışlık, kırgınlık, sitem, beklenti ve hatta biraz da gurur barındırır içinde. Biz aslında susarak şunu demiş oluruz: “Beni kırdın. Konuşmuyorum seninle. Anlayabilirsen…

Bu davranış biçimi; yüz yüze gelmekten kaçınan, ayıp olmasın diye susan ama aslında içten içe kaynayan Doğu kültürlerine özgüdür. Batı toplumları ise daha doğrudan girer olaya. Beğenmediyse söyler, kavga edilecekse edilir, sonra ya barışılır ya da yollar ayrılır. Ama bizde işler böyle yürümez. Biz küseriz.

Peki kimlere küseriz?

Ailede küseriz. Anne, “oğlum aramıyor artık” der, küser. Baba, “söz dinlemedi” diye sessizliğe gömülebilir. Kardeşler birbirine aylarca selâm vermeyebilir. Ama kimse “ben sana küstüm” demez. Sadece konuşmaz. Karşı tarafın anlamasını bekler. Zamanla bu iletişimsizlik doğal bir duruma dönüşür, araya bir soğukluk girer. Oysa sadece bir cümlelik açıklama, bir özür, bir sarılma yeterlidir.

Akrabalarla küseriz. “Düğünüme gelmedi”, “Ev taşıyordum, yardım etmedi”, “Bir doğum günü mesajı bile göndermedi” diye başlayan kırgınlık, yıllar sürebilir. Üstelik küsen kişi çoğu zaman kendi küslüğünü meşrulaştıracak çevresel gerekçeler de bulur: “Zaten şöyle yapmıştı, böyle demişti…

Komşuyla küseriz. Bir çöp yüzünden, bir gürültü, bir park yeri meselesi… Sonra bir sabah artık selâm verilmez olur. Kapı önünde karşılaşmalar selamsız, bakışmasız geçer. Balkondan birbirini gören gözler başka yöne kayar.

İş yerinde küseriz. “Teşekkür bile etmedi”, “Ekip başarımızı kendi üstlendi”, “Ben ha varmışım ha yokmuşum umurunda değil”. Küsme burada çoğu zaman profesyonel bir maskeyle gizlenir: mesafeli davranmak, toplantıda sessiz kalmak, destek vermemek gibi. Ama içten içe devam eden bir küskünlüktür.

Dijital dünyada küseriz. WhatsApp grupları, Facebook yorumları, Instagram beğenileri… Hatta bazen bir emoji eksikliği bile küsme sebebi olabilir. Evet; o bile. Grubu sessizce terk etmek, artık günaydın mesajı atmamak, story’leri izlememek: modern çağın dijital küsüş biçimidir. Ekrandaki sessizlik, çoğu zaman ekran arkasında sessizce konuşan şu duygudur: “Sesimi duyan yok”, “Kırıldım”, “Bunlar adam değil”.

Aynaya Bir Bakış

Elbette ben de küstüm. Hem de çok… Bazılarını hâlâ hatırlıyorum, bazılarını ise neden küstüğümü bile unuttum. Ama kırılma hissi, içime çektiğim o buruk nefes… Onlar kalmış hafızamda. Bazen bir söz yetti, bazen bir susuş. Ama çoğu zaman da kırıldığımı söylemedim. Sustum. Ve sanırım ki, o en tehlikelisiydi.

Çünkü konuşmak cesaret ister. Ama susmak, konforlu bir siper gibidir. “Nasıl olsa anlar” der ve bekler insan. Ama çoğu zaman kimse gerçekten ne olduğunu anlayamaz.. Ve sonra zaman geçer… Kırgınlık yerleşir, araya gurur girer, neden küs olduğunu bile hatırlamadan küs kalır insan.

Şimdi dönüp bakınca… Haklı mıydım bilmiyorum. Ama şunu biliyorum: Keşke daha çok konuşsaymışım. Keşke içime atmak yerine, içimi açsaymışım. Belki o zaman küsme biter, anlaşma olurdu sonuç.

Gönül Almak ve Barışmanın İnsani Gücü

Küsmek insani bir tepki. Ama barışmak, bilinçli bir eylem. Çünkü barışmak, gururu yumuşatmayı, empatiyi devreye sokmayı, bir adım atmayı gerektirir. Ve çoğu zaman sadece küçük bir jest yeterlidir. Bir selam, bir mesaj, bir geçmiş olsun… Bunların hepsi bir “ben hâlâ buradayım” demenin yoludur.

Bizim kültürümüzde “gönül almak” diye güzel bir kavram vardır. İnsan kalbini tamir etmenin, kırılanı onarmanın bir yoludur. Bir tabak sarma götürmekle olur bazen, bazen bir düğün davetiyesiyle. Bazen göz göze gelip hiçbir şey demeden selamlaşmakla… Ama anlamakla, ama hissettirmekle olur.

Barışmak demek, her şeyin eskisi gibi olacağı anlamına gelmez ama içimizde taşıdığımız yükü atmak demektir. Kırılmış olabiliriz. Ama kırılmak ile kırgın kalmak arasında dağlar kadar fark vardır. Birinde hâlâ bağ kurma ihtimali vardır. Diğerinde ise sessizliğin içinde yitip gitmiş duygular…

İlk adımı kim atmalı? Bu da hep sorulur. Cevap basittir aslında: Kimin kalbi daha genişse, o atmalı. Çünkü barışmak, bir büyüklük değil; bir iç rahatlığıdır ve sonunda asıl kazanan hep barışandır.

Küsmek bir yol olabilir; ama varmak istediğimiz yer barışmak olmalıdır. Bazen bir mesaj, bazen bir el sıkışma, bazen sadece “nasılsın?” demek… Hepsi yeniden bağ kurmanın ilk adımı olabilir. Küsmek insanîdir. Ama barışmak da en az onun kadar insanîdir. Ve insan, ancak yüzünü diğerine dönebildiğinde tamamlanır.

O yüzden belki şimdi… Telefon rehberine bakmak, mesaj kutusunu açmak, sessizliği ilk sözcükle delmek için en iyi zamandır. Kim bilir, belki bu yazı, bir barışın ilk adımına vesile olur.

Kalın sağlıcakla,

Selam ve sevgilerle,

Mustafa Haluk Saran – 1 Haziran 2025

Dip not:

[1] Dolaylı iletişim: Duygu ve düşüncelerin doğrudan değil, ima, sessizlik, davranış veya dolambaçlı ifadelerle aktarılmasıdır. Genellikle Doğu toplumlarında yaygındır. Zıt kavramı “doğrudan iletişim” olup, Batı kültürlerinde daha baskındır.

1 Comment

  • Bazen gereksiz insanları tamamen hayatından çıkarmaninda çok iyi olacağını düşünüyorum.

Bir yanıt yazın