Müzik Hayatımın Özgemişi
Müzik, hayatımda hep bir yoldaş ve ilham kaynağı olmuştur.
60’lı, 70’li yıllardaydık. Ortaokul yıllarımda babam ve kuzeni amcam, müziğe olan ilgimi fark ettiklerinde bana bir enstrüman almayı düşündüler. Org ve gitar arasında kararsız kalmışlardı. Ben orgu tercih ediyordum, ancak babam gitarın taşınabilirliğini daha pratik buluyordu. Sonunda benim de fikrim alınarak gitarda karar kıldık. O hafta sonu bana güzel bir gitar alındı ve hemen ardından tanınmış bir gitar kursuna yazıldım. Yaz boyunca kursa giderek temel becerilerimi geliştirdim. Gerçi ortaokulda müzik derslerinde nota okumayı öğrenmiştik ama bu süreçte bilgimi daha da pekiştirdim. O günden sonra gitarım benim en yakın arkadaşım oldu; nereye gitsem o da yanımdaydı.
Doğum günü partilerinde arkadaşlarla keyifle çaldığım, yalnız kaldığımda ise hüznümü paylaştığım bir yoldaşımdı gitarım. Gitarım, her anımda bana eşlik ediyordu. Türk Halk Müziği’nden Rock’a, müziğin her dalına ilgi duyuyor ve elimden geldiğince gitarımla seslendirmeye çalışıyordum.
Yahya Kemal Beyatlı’nın şiiri, Müzeyyen Senar’ın sesinden duyduğum “Ömrün Şu Biten Neşvesi Tam Olsun Erenler” Türk Sanat Müziğinde, Aşık Veysel’den dinlediğim “Uzun İnce Bir Yoldayım” Türk Halk Müziğinde, Cem Karaca’nın sesinden “Resimdeki Gözyaşları”, Barış Manço’dan “Kol Düğmeleri” Türkçe Pop müziğinde, Deep Purple’dan “Child in Time” Rock müziğinde, The Who’dan “Quadrophenia” Rock Opera türünde, bir gece siyah-beyaz televizyon ekranında izlediğim Çaykovski’nin Kuğu Gölü Balesi klasik müzik türünde dönüm noktalarım oldu.
80’lerde Klasik müziğe olan ilgim derinleşti. Beethoven’den “9. Senfoni”, Mozart’tan “Türk Marşı” ve Vivaldi’den “Dört Mevsim” gibi eserleri dinlemek, iş hayatımın temposunda bir nefes molası gibiydi. Bu dönemde Hisseli Harikalar Kumpanyası ve Neşe-i Muhabbet gibi yerli müzikallerin yanı sıra, Hair, Cats, Evita ve The Phantom of the Opera gibi uluslararası yapımlar ile Rock müzikte The Wall, Tommy ve Jesus Christ Superstar gibi rock operalar da ruhuma derinlik kazandırdılar.
Üniversite yıllarımda elbette gitarım da yanımdaydı, müzikle bağım daha da güçlendi. Üniversitenin çoksesli korosuna katıldım. O dönemde Türkiye’de çokseslilik oldukça yeni bir kavramdı. Biz, Zülfü Livaneli’nin eserlerini tek sesli yorumlarken, onları çoksesli hale getirmek amacıyla bazen kanonlar yapar, bazen de kadın ve erkek sesleri arasında uyumlu geçişler denerdik. Çoksesli müzik çalışmaları, insanlar arası işbirliği ve uyumun gücünü göstererek, hayata bakış açımı derinleştirdi ve zenginleştirdi.
90’ların ortalarında, Karayolları Genel Müdürlüğü Türk Sanat Müziği Korosu’na katıldım. Şefimiz, Türk Sanat Müziği’nin ustalarından Vedat Kaptan Yurdakul idi. Bu koroda on yıl boyunca şarkı söyleme şansı buldum ve birkaç kez solo performanslar da sergiledim. “Çökertme,” “Kordon Boyu Seyrine Düştü” ve “Eğilmez Başın Gibi, Gökler Bulutlu Efem” gibi Ege ve efe kokan şarkıları yorumlamak benim için tarifsiz bir mutluluktu. Aynı dönemde, Türkiye Polifonik Korolar Derneği’nin Yetişkinler Korosu’nda tenor grubunda bir yıl kadar yer aldım. Ancak iş hayatının yoğunluğu nedeniyle koro çalışmalarına yaklaşık on yıl kadar ara vermek zorunda kaldım.
Bu sessizlik, avukat olan eşimin Ankara Barosu’nun Çoksesli Koro kurma girişiminden bahsetmesiyle bozuldu. Eşimden bu haberi duyar duymaz koroya katılmaya karar verdim. Başlangıçta oldukça acemi bir ekip olsak da şefimiz Av. Kutlay Alpuğan’ın gayretleri ve ustaca yönetimi sayesinde büyük ilerlemeler kaydettik, güçlü bir koro olduk. Ankara Barosu Çoksesli Korosu, Türkiye’nin ilk baro korosu olarak da tarihe adını yazdırdı. Bugün fiziksel olarak koroma uzak olsam da hâlâ bu ekibin bir parçası olmaktan gurur duyuyorum. Mümkün oldukça çalışmalara katılıyor ve şefim uygun gördüğünde konserlerde de yer alıyorum.
Müzik, hayatımın her döneminde bana eşlik etti. Bazen huzur veren bir melodi, bazen coşku dolu bir şarkı, bazen de hüznümü paylaşan bir dost oldu.
Bu sayfada, hem kendi müzik yolculuğumdan kesitler paylaşacak hem de müziğin dokunduğu hayatlara bir pencere açacağım. Bana göre müzik sadece bir sanat değil; anılar, duygular ve hayaller arasında kurulan en güzel köprüdür.