
.
Bir İhtiyaçtan Daha Fazlası
Ulaşım, insanlık tarihi boyunca yalnızca bir yerden bir yere gitme meselesi olmadı.
O, hayatta kalmanın, birlikte yaşamanın, öğrenmenin ve çoğu zaman da kaçmanın adıdır.
İlk insanın dünyası, bugünkü gibi güvenli değildi. Her adım, her ses, her gölge bir tehdit olabilirdi. Yalnız yaşamak neredeyse imkânsızdı. Ne dişlerimiz bıçak gibi keskindi, ne de kaslarımız avcı hayvanlarla baş edebilecek güçteydi. Bu yüzden insanlar, içgüdüsel olarak bir araya geldiler. Küçük gruplar halinde, güçlü bir liderin etrafında, birlikte yaşamayı, birlikte yürümeyi öğrendiler.
Ama bu yürüyüşler, bugünkü anlamda “yol almak”, dağlar, taşlar aşmak, diyar diyar gezmek değildi. Günde birkaç kilometreyi geçmeyen, temkinli, duraklı, çevreyi kolaçan ederek yapılan hareketlerden ibaretti bu yürüyüş. Uzaklar, bilinmeyendi; bilinmeyen ise tehlikeliydi; tehlikeli olan da korkulandı.
Bizden Öncesi: Hareket Etme Cesareti
Zamanla insanlar çevreyi gözlemlemeyi öğrendi. Hangi bitki yenir, hangisi zehirlidir; su nerededir, barınak nasıl yapılır… Ve bir zaman sonra şunu fark ettiler:
Aynı yerde kalmak her zaman güvenli değildir.
Sel olur, yangın çıkar, kuraklık baş gösterir. Toprak tükenir, su çekilir. İşte bu gibi durumlarla karşılaşan insanlar mecburen yer değiştirmek zorunda kaldılar. Ulaşım ihtiyacı büyük olasılıkla tam da burada, zorunluluktan doğdu.
Belki de henüz hayvanları evcilleştirmedikleri için; önceleri yükler elde taşındı. Sonra tekerlek bulundu. Ardından hayvan gücü devreye girdi. Atlar, develer, öküzler… İnsan, kendi bedeninin sınırlarını başka canlıların gücüyle genişletmeyi öğrendi.
Bu genişleme yalnızca mesafeleri azaltmakla kalmadı, zaman algısını da değiştirdi.
Karayolu: Tozlu Yollardan Asfalta
Uzun yıllar boyunca kara ulaşımı, toprağın ve sabrın işiydi.
Toprak yollar, çamur, taş, toz…
Çocukluğumda yapılan şehirlerarası yolculukların çoğu, bugünkü gözle bakıldığında neredeyse birer seferdi. Burunlu otobüslerle, asfaltı az, toprağı bol yollarda yapılan yolculuklar… Camdan içeri dolan toz, ağır ağır ilerleyen araçlar, mola yerleri, su bidonları…
Şehirlerarası yollar bugünkü gibi vızır vızır değildi. Hatta bazen yarım saat, kırk beş dakika boyunca yolda tek bir araçla karşılaşmadan ilerlediğimizi hatırlıyorum. Gece yolculuğu ise ayrı bir meseleydi. Hem yolların durumu hem de güvenlik nedeniyle çoğu zaman tercih edilmezdi. Gazetelerde, radyolarda “yol kesen eşkıyalar” haberleri sıkça duyulurdu. Saatler, yüzükler, bilezikler, paralar… Toplanır, eşkıyalar kaybolurdu.
Sonra asfalt geldi.
Yollar düzeldi, araçlar gelişti. Otobüsler daha konforlu, otomobiller daha hızlı, yolculuklar daha güvenli hale geldi. Hız fark ettirmeden yavaş yavaş arttı.
Demiryolu: Çuf Çuf’tan Başdöndüren Hıza
Kara tren…
“Çuf çuf” sesiyle, pofur pofur dumanıyla hafızalara kazınmış, ağır ama kararlı kara trenler.
Birinci Sanayi Devrimini takiben buharlı trenler, insanın kara üzerindeki hareketini bambaşka bir boyuta taşıdı. Yükler, insanlar, mektuplar… Raylar sadece şehirleri değil, kaderleri de birbirine bağladı.
Zamanla buhar yerini dizel ve elektriğe bıraktı. Trenler hızlandı, sessizleşti. Bugün yüksek hızlı trenlerle kat edilen birkaç saatlik mesafeler, geçmişte günler süren yolculuklardı.
Ama hız artarken, yolculuğun ruhu sanki biraz geride kaldı.
Deniz Ulaşımı: Saldan Vapurlara
Deniz ulaşımı, insanın doğayla kurduğu en eski iş birliklerinden biridir.
Önce bir sal…
Sonra kürek…
Sonra yelken…
Yelkenliler büyüdü, denizler aşıldı. Buharlı yandan çarklı gemiler geldi. Ardından yolcu vapurları…
Bir dönem, Trabzon–Giresun–Samsun–Sinop–İstanbul hattında,
İstanbul–İzmir, İzmir–Antalya–Mersin arasında yapılan yolcu vapuru seferleri vardı. Hem ulaşım, hem de macera dolu yolculuktu bunlar. Ne yazık ki hangi akla hizmetse, kaldırıldı. Artık sahillerimizde kıyı boyunca deniz ulaşımı yok. Kalmadı. Hani kimi hamasi söylemler vardır ya, ‘Dört nala gelip uzak Asya’dan…’ diye başlar. Bunu duydukça benim aklımdan çoğu zaman şu geçer: “Denizi görünce ürküp yine karaya çekilen bir toplum hikâyesi bu..” Öyle ya; haritaya bir bakın. Kimi yerlerde denize kadar gelmiş ama yerleşime karar verirken araya mutlaka bir dağ, tepe yerleştirmişiz. Bakmayın bugün büyük bir açgözlülükle sahillerin işgal edilmesine. Kimsenin umurunda değil denizyolu ulaşımı.
Hâl böyle olunca; bugün deniz, çoğunlukla turistik bir fon gibi algılanıyor.
Oysa bir zamanlar ulaşımın ana arterlerinden birisi idi.
Hava Ulaşımı: Yerden Kopmak
Uçmak, insan var olduğundan beri kuşları görüp onlara özenmişlerdir. Hatta hepimizin rüyamızda uçmuşluğumuz vardır. Uçmak uzun süre bir hayaldi.
Sonra bir gün gerçek oldu.
Babamın Almanya ve yurtiçi uzak şehir yolculuklarını uçakla yapışını hep imrenerek izlerdim. Ama ilk uçak yolculuğumu, kendi biriktirdiğim harçlıklarla aldığım Trabzon–Ankara biletiyle yaptım.
Dünyaya yukarıdan ilk bakışımı hiç unutmuyorum:
Mini mini evler, kalemle çizilmiş gibi yollar, suluboyayla boyanmış tarlalar…
Sonra iş hayatı…
Ankara–İstanbul–İzmir uçuşları…
4 Nisan 1987’de başlayan yurtdışı yolculuğum ise bambaşka bir eşikti. Ankara–İstanbul, ardından KLM ile Amsterdam Schiphol, oradan ABD Chicago O’Hare… Gümrükte “Ne kadar kalacaksın?” sorusuna verdiğim “6 ay” cevabının yarattığı sessizlik… Komiserle yapılan sakin sorgu… Pasaporta işlenen 2 yıllık izin…
Ve devasa Dallas–Fort Worth Havalimanı.
Ulaşım artık yalnızca mesafe değil, ölçek meselesiydi.
Hızın Sessiz Dayatması
Bugün her şey çok hızlı.
Ama bu hız, fark ettirmeden geldi.
Bir zamanlar yolculuklar planlanırdı. Şimdi “gidiliyor”.
Bir zamanlar mesafeler hissedilirdi. Şimdi her yer “çok yakın”.
Ulaşım teknolojisi geliştikçe dünya küçüldü; zaman daraldı. Ama insanın zihni bu gelişime aynı hızda uyum sağlayabildi mi, emin değilim.
Geleceğe Bakış
Gelecek, uzun süredir bize “daha hızlı” diye anlatılıyor. Daha hızlı araçlar, daha kısa yolculuklar, daha az bekleme… Oysa yavaş yavaş fark ediyoruz ki mesele yalnızca hız değil. Asıl değişim, hareket etme biçimimizin anlamında yaşanıyor.
Otonom araçlar yola çıktığında, ilk bakışta direksiyonsuz otomobiller gibi görünecekler. Ama perde arkasında olan biten çok daha büyük. Araçlar artık yalnızca bizi taşımayacak; birbirleriyle konuşacak, trafiği sezgilerle değil verilerle yönetecek. Işıkta kimin önce geçeceğine sabırsızlık değil, akış karar verecek. Belki de ilk kez, “acele edenin” değil, uyum sağlayanın kazandığı bir ulaşım düzenine doğru gidiyoruz.
Elektrikli otomobiller de bu dönüşümün sessiz ama güçlü aktörleri. Gürültüsüz motorlar yalnızca konfor meselesi değil; şehirlerin ritmini değiştiren bir unsur. Enerjiyle kurulan ilişki baştan yazılıyor. Araçlar sadece enerji tüketen makineler olmaktan çıkıp, depolayan, geri veren, sistemi dengeleyen parçalara dönüşüyor. Ulaşım, ilk kez bu kadar açık biçimde çevreyle, şehirle ve zamanla aynı cümlede anılıyor.
Demiryolları ise sanki uzun bir aradan sonra yeniden sahneye çıkıyor. Yüksek hızlı trenler, kısa ve orta mesafelerde uçağın yerini almaya başladı bile. Daha az enerji, daha az belirsizlik, daha fazla süreklilik… Rayların üzerinde ilerlemek, yalnızca bir tercih değil; başka bir tempo önerisi. Hız var ama telaş yok. Hareket var ama kopuş yok.
Havayolu taşımacılığı da değişiyor. Daha verimli motorlar, daha hafif gövdeler, farklı yakıt arayışları… Ama belki de en büyük dönüşüm, uçmanın anlamında yaşanacak. Her mesafe için uçağa binmek yerine, gerçekten gerektiğinde uçmak. Ulaşım seçenekleri çoğaldıkça, seçimlerin ağırlığı da artıyor.
Bütün bu tabloya birlikte bakıldığında ortak bir çizgi belirginleşiyor:
Ulaşım, artık yalnızca “bir yerden bir yere gitmek” değil. Zamanı nasıl kullandığımızı, enerjiyi nasıl harcadığımızı ve çevreyle nasıl ilişki kurduğumuzu gösteren bir ayna haline geliyor.
Belki de gelecek, bizi sadece daha hızlı taşımayacak.
Belki de bize,
ne zaman yavaşlamamız gerektiğini
daha net hissettirecek.
Ve asıl yolculuk,
varılan yerde değil,
yolda yeniden şekillenecek.
Son Söz
Ulaşım, insanın dünyayla kurduğu ilişkinin aynasıdır.
Nasıl gittiğimiz, aslında nasıl yaşadığımızı anlatır.
Belki de biraz yavaşlamayı,
yolun kendisini yeniden fark etmeyi hatırlamamız gerekiyordur.
Çünkü bazen önemli olan,
ne kadar hızlı gittiğimiz değil,
yolda neleri geride bıraktığımızdır.
Ah…
Keşke bir gün Hopa’dan İskenderun’a, kıyı kıyı huzurla giden yolcu vapur seferleri yeniden başlasa.
Ne güzel olur…
Kalın sağlıcakla
Mustafa Haluk Saran
27.12.2025 – Aydın
