Teknoloji Tanıklığım – Görüntünün İzinde

İnsan, var olduğundan beri yaşadıklarını kaydetmek, iz bırakmak istedi. Bu iz bazen bir sesti, bazen bir sözdü; ama çoğu zaman gözün gördüğünü geleceğe aktarma çabasıydı. On binlerce yıl önce mağara duvarlarına çizilen bizon ve av sahneleri yalnızca bir günlük tutmak değildi; söze dökülemeyen deneyimleri dondurup sonraki kuşaklara işaret bırakmaktı. Görüntü bu yüzden söze göre daha kalıcı, belleğe kazınan daha güçlü bir işaret oldu; bugün cebimizdeki telefonlarla saniyeler içinde onlarca fotoğraf ve video çekip paylaşmamıza uzanan uzun bir yolculuğun da ilk adımıydı.

Ben ise kendi hikâyeme döndüğümde, ilk çocukluk dönemlerimde kâğıt karalamalarımı, çöp adam çizmelerimi saymazsam, bu yolculuğun kırmızı kutu biçimindeki fotoğraf makinemle başladığını hâlâ gülümseyerek hatırlıyorum.

“Teknoloji Tanıklığım” yazı dizimin bu ikinci bölümünde; o mağara duvarından bugünün dijital dünyasına uzanan yolculuğu; görüntünün izini, hem insanlık tarihiyle hem de kendi tanıklıklarımla birlikte anlatacağım.


Bizden Öncesi

İnsanın görsel yolculuğu, on binlerce yıl önce mağara duvarlarına çizilen resimlerle başladı. Lascaux ve Altamira mağaralarında bulunan bizon, geyik ve av sahneleri, yalnızca avcıların günlük hayatını yansıtmıyordu; aynı zamanda bir hafıza, bir ritüel ve bir iletişim aracına dönüşüyordu. O çizimler, söze dökülemeyen deneyimlerin, gelecek kuşaklara aktarılan birer işaretiydi.

Zaman ilerledikçe, görsel hafıza daha sistematik hale geldi. Antik Mısır’da hiyeroglifler yazıyla görseli buluşturdu; her sembol bir sözcükten fazlasını, bir hayat tarzını anlattı. Antik Yunan ve Roma mozaikleri ile freskler, günlük yaşamdan mitolojik öykülere kadar geniş bir dünyanın resmini çizdi. Orta Çağ ikonaları ise, inançların ve kutsal anlatıların görseller üzerinden aktarılmasının en güçlü araçları oldu.

15. ve 16. yüzyıllara gelindiğinde, Rönesans ile birlikte görsellik yeni bir boyut kazandı. Perspektifin keşfi, anatomi bilgisinin sanata katılması ve ışık-gölge kullanımındaki ustalık, resimleri yalnızca estetik bir ifade olmaktan çıkarıp gerçekliğe en yakın görsel kayıtlar haline getirdi. Bu dönem, insanın “daha doğru, daha gerçek” görüntü arayışının somut bir yansımasıydı.

19. yüzyılın başında ise insanlık yepyeni bir buluşla tanıştı: fotoğraf. Joseph Nicéphore Niépce’in 1826’da elde ettiği ilk fotoğraf denemesi, Louis Daguerre’in dagerreyotipi ve William Henry Fox Talbot’un kalotipi, görüntünün artık fırçayla değil, ışığın kendisiyle kaydedilebileceğini kanıtladı. Bu, sanatın alanından teknolojiye bir geçiş anıydı ve görsel hafızanın seyrini kökten değiştirdi.

1895’in Aralık ayında Paris’te, Grand Café’nin bodrum katında küçük bir kalabalık toplanıyor. Herkes merak içinde; çünkü Lumière Kardeşler icat ettikleri Cinématographe adlı makinelerini tanıtacaklar. Programda her biri 40–50 saniyelik 10 kısa film var. İlk sahnelerde fabrikadan çıkan işçileri izleyen seyirciler gayet sakin, hatta hayranlıkla bakıyor. Ama sıra “Bir Trenin La Ciotat Garına Girişi”ne gelince işler değişiyor. İnsanlar; perdeye doğru hızla yaklaşan tren, sanki salonun içine girecekmiş gibi görününce ortalık karışıyor. Kimi sandalyeleri devirerek fırlıyor, kimi kaçmak için kapıya koşuyor. Abartı payı olsa da o akşam sinemanın doğum tarihi olarak kabul ediliyor. Koca bir sanat ve eğlence dünyası bir kafeteryanın bodrumunda işte böyle başlıyor.

20. yüzyılda ise görsel teknoloji adeta hız çağını yaşadı. Sessiz filmlerden sesli filmlere, siyah beyazdan renkliliğe, büyük stüdyo kameralarından taşınabilir fotoğraf makinelerine uzanan bir gelişim yaşandı. Görsel, artık yalnızca seçkinlerin değil, geniş kitlelerin hayatına girmişti. İnsanlığın görsel serüveni, böylece benim kuşağıma ve benim kişisel tanıklıklarıma devrolmuştu.


Benim Tanıklığım

Benim görsel yaratımı ile ilgili kişisel yolculuğum, ilk çocukluk yıllarında mağara insanları misali kâğıtları çiziktirmek, çöp adamlardan hikâyeler uydurmak dışında; amcamın Kore’den hediye getirdiği kırmızı bir fotoğraf makinesi ile başladı. Ne fotoğrafçılıktan anladığım vardı, ne de makineyi nasıl kullanacağımı biliyordum. Ama o kırmızı oyuncak makine, bana “zamanı dondurma” hissini ilk kez tattırdı.

Lise yıllarımda; babamın Almanya’dan getirdiği 36’lık fotoğraf makinesi artık zamanı dondurma eylemine yeni özellikleriyle farklı bir boyut kattı. O artık mutlu anlarımızı dondurup, albüm dediğimiz belleklerde saklamamızı sağlayan bir araç idi. Dostlar, akrabalar, bayramlar, özel günler, geziler ile yaşadığımız güzel anlar hep onunla ölümsüzleşiyordu. Bir hobi, ortak hafızamızın en önemli malzemesine dönüşmüştü.

Üniversite yıllarında yaz stajlarımdan birini Diyarbakır’da TRT’de yaptım. Staj bitiminde yolumu doğruca o zamanlar açık pazar durumundaki Kilis’e düşürdüm, uygun fiyatla Rus yapımı bir Zenith makine buldum, stajdan kazandığım paranın bir kısmını ona yatırdım. Böylece fotoğrafçılıkta bir kapıdan daha içeri girmiş oldum. Bu makine sayesinde sadece “bakmak” değil “görmek” de gerektiğini fark ettim. Kadraj, ışık, netlik… Amatörlükten yarı-profesyonelliğe doğru önemli bir adım atmıştım.

VHS: İlk Hareketli Hatıralar

80’li yıllarda video, TV stüdyolarından çıkarak hantal gövdeleriyle evlerimize girdi. Rahmetli arkadaşımız Asım’ın Amerika’dan getirdiği mini VHS kasete kayıt yapan video kamera, birkaç kullanımın ardından ona hitap etmediği için bana geçmişti. O kocaman cihaz, bugünkü gözle bakınca hantal olsa da, o zamanlar bana çok şirin ve pratik görünmüştü. İşte o an, hayatımızı yalnızca karelerde değil, hareketleriyle birlikte kaydetmeye başlamış olduk. Belleğe “hareket” katılmıştı.

Panasonic: Taşınabilirlik ve Prestij

O dönemlerde mikro-elektronik alanında devrim yaşanıyordu. Elektronik cihazlar küçülüyor, mekanik olanlar elektroniğe evriliyordu. Böylelikle çoğunlukla yayıncılık alanında kullanılan cihazlar da yavaş yavaş kişisel kullanım alanına giriyordu. İşte bu geçişte bir İngiltere seyahatimde aldığım Panasonic cep kamerası benim için dönüm noktası oldu. Sigara paketinden biraz büyük, gömlek cebine sığan bu cihaz, fotoğrafın yanı sıra dijital video çekebiliyordu.

Londra Akvaryumu’nda köpekbalıklarını çekerken etrafımdaki İngiliz gençlerin bana hayranlıkla bakışlarını, aralarında fısıldaşmalarını unutamam. O an fark ettim ki, teknoloji yalnızca kolaylık değil, aynı zamanda prestij ve hayranlık uyandıran bir unsurmuş.

Canon Dönemi

Elbette refleks makineler de bu gelişimden payını aldı. Yıl 2012 civarı. Bir Canon EOS-600D refleks fotoğraf makinesi aldım. Fakat daha tadını çıkaramadan, Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesinde okuyan oğlum Evren, “Bu benim mesleki aracım” diyerek makinemi resmen gasp etti. Neyse ki kısa süre sonra EOS-700D modeli çıktı ve ben de soluğu AnkaMall’da alıp kendime yenisini aldım. Paketi ofiste yabancı uzman arkadaşlarımla birlikte açtık. Onların gözlerindeki merak ve hayranlık bana gösterdi ki, teknolojiye duyulan ilgi gerçekten evrenseldi.

Günümüz: Cep Telefonları

Ve geldik günümüze… Sonunda görsel yolculuk cebimize kadar girdi. Bugün artık cep telefonları yalnızca iletişim için değil, fotoğraf ve video çekmek için de en pratik araçlardan birine dönüştü. Artık anı yakalamak sadece birkaç meraklı kişiye değil, cebinde telefon bulunan herkese açık hale geldi. Üstelik fotoğraf, video sadece çekilmekle kalmıyor; düzenlenebiliyor, arkadaşlarla hatta sosyal medya sayesinde dünyayla anında paylaşılabiliyor. Görsellik, bireysel hafızadan çıkıp toplumsal hafızaya dönüşmüş, insanlığın en demokratik ortak alanı haline gelmiştir.


Dijital Çağ

Dijital Depolama: Disklerden Buluta

Fotoğraf ve videolar önce albümlerde, kutularda, kasetlerde saklanıyordu. Sonra bilgisayar devreye girdi. Çektiğimiz görüntüler artık dijital dosyalara dönüştü. Önce disketlere, CD’lere, ardından harici diskler ve USB belleklere taşındılar. Yıllar sonra bu da yetmedi; bulut depolama kavramı hayatımıza girdi. Artık çektiğimiz kareler, gökyüzündeki görünmez kasalarda saklanıyor. Yanımızda cihaz taşımaya gerek yok; internet varsa, belleğimiz elimizin altında.

Fotoğraf İyileştirme ve Video Montaj

Bir zamanlar fotoğraf üzerinde oynama, videoları kesip biçme sadece profesyonellerin işiydi. Montaj masaları, koca koca stüdyolar olmadan bu işler yapılamazdı. Ama teknoloji küçüldü, yazılımlar basitleşti. Şimdi basit bir bilgisayarda, hatta telefonlarda fotoğrafları düzenleyip videolara müzik ekleyebiliyor, parçaları birleştirip kendi filmlerimizi yapabiliyoruz. Birkaç tıkla tatil görüntülerimiz “belgesel”, doğum günü videomuz “klip” havasına bürünüyor. Görsellik, tanıklıktan çıkıp doğrudan hikâye anlatıcılığına dönüşüyor.

Drone Fotoğrafçılığı

Sonra kamera gökyüzüne çıktı. Drone’lar sayesinde artık herkes kuş bakışı görüntülere ulaşabiliyor. Önceleri sadece helikopterlerden alınan pahalı hava çekimleri, bugün küçük ve taşınabilir cihazlarla yapılabiliyor. Bir şehrin meydanı, bir dağın zirvesi ya da bir sahil kasabası… Yukarıdan bakınca bambaşka görünüyor. Aynen bir kuşun gözünden bakmak gibi. Drone, görselliğe özgürlük ve genişlik kattı.

Elbette bu özgürlüğün bir de sorumluluk tarafı var: uçuş izinleri, mahremiyet ve yerel kurallara dikkat etmek. Sonuçta gökyüzünde özgürce dolaşırken, yerdeki insanların hakkına da saygı duymak gerekiyor.

Yapay Zekâ ile Görseller

Derken yapay zekâ sahneye çıktı. Siyah-beyaz fotoğrafların renklendirilmesi, bozuk karelerin düzeltilmesi, hiç var olmamış manzaraların yaratılması, hayali karakterlerin üretilmesi… Artık yalnızca gördüklerimizi değil, görmek istediklerimizi de kaydedebilir hale geldik. Bir anlamda görsellik, hafızanın değil hayalin de ürünü oldu.

Burada da yeni bir sorumluluk alanı doğdu: gerçeği kurmacadan ayırmak, telif ve izinlere özen göstermek. Çünkü güçlü araçlar beraberinde güçlü bir etik ihtiyacını da getiriyor.

Üçüncü Boyutun Peşinde

Görselliğin tarihsel yolculuğunda üçüncü boyutun cazibesi hep vardı. 19. yüzyılın sonunda stereoskopla başlayan bu merak, bizde “Viewmaster” adıyla oyuncak gibi hayatımıza girmişti. İki farklı açıdan çekilmiş kareye bakıp derinliği hissetmek büyüleyiciydi. 2010’larda sinema ve televizyon yeniden 3B modasına kapıldı, özel gözlüklerle film izleme dönemi başladı. Ama baş ağrısı ve göz yorgunluğu yüzünden uzun sürmedi. Bugünse yüzlerce dronun gökyüzünde senkronize ışık gösterileri yaparak üç boyutlu görüntüler oluşturduğunu görüyoruz. Lazer ve holografi teknikleri de hızla gelişiyor. Bugün, ışık alanı (light-field) yaklaşımları ve hacimsel görüntüleme denemeleri, hologram ve lazer gösterileriyle birlikte ‘derinlik’ arayışını laboratuvardan hayata taşımaya çalışıyor. Henüz günlük hayatımıza tam olarak girmese de üçüncü boyut hâlâ görselliğin gelecekteki en heyecan verici ufuklarından biri.


Gelecek

Mağara duvarlarına çizilen resimlerden, cebimizdeki yapay zekâ destekli telefonlara kadar uzanan yolculuk buraya kadar geldi. Bundan sonrası? Belki holografik albümlerimiz olacak. Belki kaybettiğimiz anılarımızı yapay zekâ yeniden canlandıracak. Belki de hiç yaşamadığımız şeyleri bile bir gün “görsel hafızamızın” parçası sanacağız. Ama şurası kesin: Görsellik, hem kişisel hem toplumsal hafızamızın en güçlü dili olmaya devam edecek.

Biz, 1950–70 arası doğanlar, Sanayi Devrimi sonrası ivmelenen teknolojik çağın dijital evrende doruğa ulaşan büyük dönüşümüne tanıklık eden ilk kuşağız. Bir ömre sığan bu hız, insanlığın binlerce yıl süren yürüyüşünü adeta birkaç on yıla sıkıştırarak gözlerimizin önüne serdi.

Yazıma son vermeden siz okurlarıma ölümsüzleştirdiğiniz değerli anlarınızı korumak üzere küçük ama önemli dört altın adımlık bir yedekleme rehberi önerim var:

Bir harici diskte ve bulutta birer ‘Ana Yedek’ klasörü oluşturmakla başlıyoruz.

(1) Fotoğraf / video çekim sıklığınıza göre her gün / hafta bir saatinizi ayırın;

(2) Cihazınızdaki (bilgisayar, telefon, tablet, kamera, …) fotoğraf / videolarınıza uygun olarak ‘Yıl-Ay-Gün_Yer_Konu’ düzeninde klasörler oluşturun, İlgili görsellerinizi bu klasörlere taşıyın.

(3) Klasörlerin tamamını (1) adımında oluşturduğunuz her iki ortamdaki ‘Ana Yedek’ klasörlerine kopyalayın.

(4) Cihazınızda her klasörde en iyi 10 kareyi tutun, gereksiz olanları silin.

Kalın sağlıcakla.

Mustafa Haluk Saran – 3.10.2025 / Aydın


Dipnotlar

(1) 36’lık film: Bir rulo filmle 36 poz çekilebilen klasik fotoğraf filmi.

(2) Piksel: Dijital görüntülerin en küçük birimi; fotoğrafların çözünürlüğünü belirler.

(3) “La Ciotat Tren Garı” GoogleMaps Koordinatları: 43.19961126530045, 5.632771713835657


Yararlandığım Kaynaklar

Hareketli Görüntünün Tarihi (Anadolu Üniversitesi Yayınları)

 “Filmin Tarihi” → “Lumière Kardeşler ve Sinematograf”,

“İlk Gösterimler”,

“Perdedeki Film”;

“Videonun Tarihi”.

Görsel Kültür (Anadolu Üniversitesi Yayınları)

 “Durağan ve Hareketli Görüntünün Öyküsü”

Fotoğraf Tarihi (Anadolu Üniversitesi Yayınları)

 “Fotoğrafın Bulunuşu”

Fotoğraf Kültürü (Anadolu Üniversitesi Yayınları)

 “Optik Yoluyla Yüzey Üzerinde Görüntü”