İlk Sesten Yapay Zekâya
Gittiğim ülkelerde, hele de ana dili İngilizce olmayan yerlerde, doğrudan İngilizce konuşmaya başlamaktan pek hoşlanmam. Çünkü bu tavır, farkında olmadan İngilizcenin egemenliğini kabul ediyor ve karşımdakini de bu düzene uymaya zorluyormuşum gibi hissettiriyor. En azından İtalya’ya gelmeden önce yaptığım gibi kibarca şöyle derim:
“Özür dilerim, İtalyanca bilmiyorum. Sadece Türkçe ve İngilizce konuşabiliyorum.”
(Mi dispiace, non parlo Italiano. Parlo solo Turco e Inglese.)
Karşımdaki kişi İngilizce biliyorsa sohbet başlar. Bilmiyorsa da, gayet sevimli bir vücut dili trafiğiyle anlaşıp gideriz.
Fransa’da bunu çok carpıcı bir biçimde deneyimledim. İş alanı dışında doğrudan İngilizce konuşmaya başladığım birçok kişi, söylediklerimi anlamalarına rağmen hep Fransızca cevap verdiler. Fransız çalışma arkadaşlarıma sorduğumda cevap çok netti: “Dilimizi küçümsememek için böyle yapıyoruz. Birkaç kelime Fransızca giriş olsa, biz zaten İngilizceye geçeriz”. Benzer şekilde biri benimle çat pat Türkçe konuşmaya çalışsa, önce hoşuma gider, sonra yardımcı olmak için “İngilizce biliyor musunuz?” diye sorarım.
Geçtiğimiz günlerde, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Atatürk’ün öncülüğünde hazırlanan Tarih kitaplarının ilk cildini [1] tabletimde okumaya başladım. İçinde geçen “Dilin Doğuşu ve Evrimi” konusu özellikle ilgimi çekti. Bu yazı da o ilgiden doğdu.
Belki siz de kelimelerin izinden yürümek istersiniz diye yazdım, buyurunuz…
Dilin Büyüsü: İnsan Olmanın Anahtarı
Konuşmak…
İnsanlığın en ayırt edici özelliklerinden biri. Ama sadece bir ses çıkarma eylemi mi? Yoksa düşünmenin ve hatta insan olmanın ta kendisi mi? Bir bebeğin “anne” demesiyle başlayan o ilk bağ, insanlık tarihinin en büyük devrimlerinden birine açılan kapıdır “Dil“.
Dilin ortaya çıkışı, yalnızca iletişimi mümkün kılmakla kalmadı; düşünceyi biçimlendirdi, kültürü taşıdı, toplulukları bir arada tuttu, zamanı anlamlandırmamızı sağladı. Düşüncelerimizi, duygularımızı, hayallerimizi kelimelere dökmeden önce biz var mıydık? Yoksa, kelimelerle mi “biz” olduk?
Bu soruların peşinden giderken, kendimizi milyonlarca yıl öncesine, ateşin yeni bulunduğu, avcı-toplayıcı toplulukların göçebe yaşadığı bir dönemde buluruz. Henüz hiçbir sözcük yok. Harf yok. Gramer yok. Ama bir şeyler var: Ses.
İşte insan dili, bu seslerin içinden doğdu.
İlk Sesler, İlk Anlamlar
Dilbilimciler ve antropologlar, insanın ilk kelimelerinin büyük olasılıkla içgüdüsel ünlemlerden ya da doğadaki seslerin taklitlerinden türediğini savunur.
Mesela bir ağacın devrilmesini “güüüm” sesiyle, bir yılanın varlığını “sss” fısıltısıyla anlatmak… Acıyı anlatan “ahh!”, sevinci anlatan “oooh!”, korkuyu anlatan bir çığlık…
Bu sesler, zamanla sadece bir durumu değil, o durumla ilişkili nesneleri, duyguları ve davranışları da kapsayacak şekilde anlam kazandı. Böylece insan, dünyayı isimlendirmeye başladı.
İsmini verdiği şeyi fark etti. Fark ettiği şeyi hatırladı. Hatırladığı şeyi paylaştı.
Belki de medeniyet, bu noktada başladı.
Dil ve Zihin Arasındaki İlişki
Bazı dil filozofları şöyle der:
“İnsan, dil aracılığıyla değil, dil sayesinde düşünür.”
Yani dil yalnızca düşüncenin dışa vurumu değil, bizzat düşüncenin ham maddesidir.
Bunu günlük hayatımızda da hissederiz:
- Duygularımızı tanımlayamazsak, içinden çıkamayız.
- Yeni bir kelime öğrendiğimizde yeni bir bakış açısı ediniriz.
- Bazen sadece bir kelime, yıllardır açıklayamadığımız bir hissi özetler.
İşte bu yüzden dil, sadece kültürel değil, bilişsel bir mirastır.
Her kelime bir hatıradır, her cümle bir yolculuktur.
Dilden Medeniyete: Kavimler, Diller ve Kimlikler
İlk sesin ardından kelimeler çoğaldı.
Kelimeler cümlelere, cümleler hikâyelere dönüştü.
İnsanlar birlikte yaşamaya, ortak deneyimleri anlatmaya ve aktarmaya başlayınca dil, artık yalnızca sesli bir tepki değil, toplumsal bir bağ haline geldi.
Dilin Evrimi ve Kavramsallaşma
Bir ağacın sadece “dalı” ya da “kökü” değil, “gölgesi” de anlam kazandı.
İnsan yalnızca “kurt” demeyi öğrenmedi, “korkmak”, “özlemek” ve “beklemek” gibi soyut eylemleri de diline kattı.
Soyutlama: Dilin gelişimindeki büyük bir kırılma noktasıydı.
Yani sadece görüneni değil, görülmeyeni de dillendirme becerisi idi kazanılan.
İşte bu soyutlama becerisiyle insanlar zamanı anlatmayı, geleceği hayal etmeyi, geçmişi aktarmayı ve yasaları yazmayı başardılar.
“Konuştuğumuz dil, yaşadığımız dünyayı biçimlendirir.”
Sapir–Whorf hipotezi [2]
Dil Aileleri: Kökenler ve Yayılım
Zamanla topluluklar ayrıldı, coğrafyalar değişti, diller farklılaştı. Ancak birçok dil ortak bir atadan türemişti. Bugün dünyadaki diller, yapısal benzerliklerine göre belli “Dil Aileleri” altında toplanır. İşte önde gelen dil aileleri:
Türk Dilleri
- Kökeni Orta Asya’ya dayanan bu dil ailesi Tuna Nehri’nden Lena’ya, Arktik Okyanusu’ndan Umman Denizi’ne kadar çok geniş bir coğrafyaya yayılmıştır.
- Türkçe, Kazakça, Kırgızca, Tatarca, Uygurca, Azerice, Yakutça gibi lehçeleri vardır.
- Zamanla farklılıklar oluşsa da temel yapı korunmuştur: eklemeli yapı, ünlü uyumu, ses uyumu.
Hint-Avrupa Dilleri
- Bugün İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça, Farsça, Hintçe gibi pek çok yaygın dili içine alır.
- Bu diller gramer açısından farklı görünse de ortak kök kelimeler taşır: mater (anne), pater (baba), tri (üç)…
Sami-Hami Dilleri
- Arapça, İbranice, Süryanice gibi diller Sami grubundadır.
Berberice ve eski Mısır dili (Kıptice) Hami grubuna girer. - Bu dillerde kök sistemi farklıdır: Üç harfli kökler üzerine kelime inşa edilir. Örnek: K–T–B → Kitab, Kâtib, Mektub…
Sino-Tibet ve Diğerleri
- Çin-Tibet dilleri, Moğolca, Japonca, Korece gibi Asya dillerinin büyük bölümünü kapsar.
- Ayrıca Afrika’nın Bantu dilleri, Avustralya’nın Aborjin dilleri ve Amerika’daki yerli diller de çok köklü miraslara sahiptir.
Dil ve Kimlik: Bir Halkı Dilinden Tanırsınız
Dil sadece iletişim aracı değildir; Kimliktir. Hafızadır. Eştir. Bayraktır.
Bir halkın dilini anlamadan, müziğini, yasını, sevinç çığlıklarını anlamak mümkün değildir.
Tarih boyunca birçok dil baskı gördü, yok edildi, yasaklandı.
Bazıları direndi, bazıları yok oldu.
Bazı diller ise göçle, savaşla, kolonileştirme ile harmanlandı, değişti, melezleşti.
Örneğin:
- Anadolu’da konuşulan Lazca, Zazaca, Gagavuzca, her biri zengin miraslar taşır.
- UNESCO, [3] yok olma tehlikesi altındaki diller listesinde 3000’den fazla dil belirtmektedir.
- Bir dil yok olduğunda, sadece kelimeler değil, o dili konuşan bir halkın bütün dünyaya bakışı da yok olur.
Dil ile İfade Edilemeyenler
Her dil, konuşulduğu coğrafyanın göğünde bir gökkuşağı gibidir. Aynı duygular, farklı renklere bürünür.
Bazı kelimeler ise hiçbir dile tam olarak çevrilemez. Çünkü onlar, o halkın yüzyıllardır biriktirdiği yaşantıların özetidir.
İşte dünya dillerinden birkaç örnek:
Kelime | Dil | Yaklaşık Anlamı |
Gökotta | İsveççe | Sabahın erken saatlerinde kuş cıvıltılarını dinlemek için uyanmak |
Saudade | Portekizce | Geri gelmeyecek bir şeye duyulan yoğun özlem |
Komorebi | Japonca | Ağaç yapraklarının arasından süzülen güneş ışığı |
Hüzün | Türkçe | Tatlı bir melankoli; kayıpla karışık bir iç sızısı |
Ubuntu | Zuluce | “Ben, biz olduğumuz için varım” anlamına gelen bir topluluk ruhu |
Ya’aburnee | Arapça | “Sen beni göm, ben sensiz yaşayamam” türü derin sevgi ifadesi |
Bu kelimelerin her biri, o dilin ruhundan bir iz taşır.
Çünkü bazı duygular, yalnızca o dilde tam anlamıyla yaşanabilir.
O yüzden bir dili öğrenmek, sadece kelime ezberlemek değil; başka bir ruhu anlamaya cesaret etmektir.
Ve unutmadan…
Her ne kadar yukarıdaki örnekler tek bir kelimeyle yoğun anlamlar aktaran zarif yapılarsa da, güzel Türkçemizin de çok tanıdığınız bir cilvesi var:
“Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?”
Sadece 1 kelime.
Ama içinde bir dilin; ekle, bük, kıvır, yapıştır, taşıyabil! dehası var.
Kelimelerin uzunluğu değil, anlatabileceklerinin zenginliğidir mesele…
Teknolojinin Gölgesinde: Geleceğin Dili
Bir zamanlar ateşin etrafında anlatılan hikâyeler, bugün telefon ekranlarında kaydırılarak okunuyor.
Bir zamanlar üç gün süren yolculuklarla ulaşılan diller, artık saniyeler içinde otomatik çevriliyor.
Ve bir zamanlar sadece insanlara ait olan dil üretme becerisi, artık yapay zekâ sistemlerinin de elinde…
Dünya, yeni bir dilsel eşiğe adım atıyor.
Görsel Dilin Yükselişi: Emoji, GIF, Sticker
Bazı duygular anlatılmaz, gönderilir.
Günümüzde metinle birlikte kullanılan emojiler, GIF’ler ve çıkartmalar, dilin evriminin doğal bir sonucudur.
Aslında mağara resimlerinden, hiyerogliflere ve oradan modern 🙃 emojisine uzanan bir çizgi kurarsak, insanlık görsel anlatımı hiç bırakmadı diyebiliriz.
Bugün artık bir cümle yazmadan sadece bir 🙂 ile tüm duygu aktarılabiliyor. Gülüşler yazıya geçiyor, göz devirme ifadesi bile “dil” sayılıyor.
Yeni kuşaklar, görselle kodlanmış bir dijital dil geliştiriyor.
Yapay Zekâ Konuşuyor: Bizimle mi, Bizim Gibi mi?
Günümüzün büyük dil modelleri – örneğin ChatGPT – artık sadece cümle kurmuyor, bağlamı anlıyor, mecazı çözüyor, hatta espri yapabiliyor.
Ama burada büyük bir soru ortaya çıkıyor:
“Yapay zekâ bir dili konuşabilir mi, yoksa sadece taklit mi eder?”
Henüz bu sorunun cevabı net değil. Ama bildiğimiz bir şey var:
Yapay zekâ, dilin yapısını çözerek onu yeniden üretiyor.
Bu, yazılı dilin dijital belleğe taşınması değil; dilin, düşünen makinelerce yeniden yazılmasıdır.
Daha da ötesi: Herkes için farklı dil seviyelerinde, farklı anlatım tarzlarında içerik üretilebilmesi artık mümkün.
Kişiselleştirilmiş dil eğitimi, anında çeviri, dil terapisi destekleri…
Evrensel Dil Mümkün mü?
Tarih boyunca insanlar ortak bir dil hayali kurdu.
- Latince, bilim dili olmaya çalıştı.
- Fransızca, diplomasi dili oldu.
- İngilizce, küresel iletişimin ortak zemini haline geldi.
- Esperanto [4], bilinçli bir evrensel dil denemesi olarak ortaya çıktı ama tutunamadı.
Bugün Google Translate, DeepL gibi sistemlerle otomatik çeviriler yapabiliyoruz. Fakat hâlâ bir Shakespeare’in dizeleri ya da Yunus Emre’den bir nefesi, kendine ait dilinden başka bir dilde kolay kolay ifade edemiyoruz.
Bir başka deyişle; evrensel anlam mümkün olabilir ama evrensel ifade, zordur.
Ana Dili Korumak Neden Çok Önemli?
Teknolojiye hayran kalabiliriz ama şunu unutmamak gerekir:
Bir halkın ana dili, onun duygusal belleğidir.
Her “anne” kelimesi aynı şey değildir.
Her “özlemek” aynı yarayı anlatmaz.
Her “gülmek” aynı kahkahayı taşımaz.
Yapay zekâlar konuşabilir, yazabilir, hatta taklit edebilir. Ama bir dilin kalbindeki yaşantıyı yalnızca insanlar bilir.
“Bir dil ölürse, bir halk yaşasa da yok olur.”
Bugün hâlâ yok olma tehlikesi altında olan binlerce yerel dil, sadece kelimeler değil; doğaya, zamana ve insana dair başka türlü bakışlar barındırıyor.
Bir Dili Konuşmak, Bir Evreni Anlamaktır
İnsanlık, ilk çığlığından bu yana hep anlatmak istedi.
Kimi zaman bir “ah” sesiyle, kimi zaman bir aşk şiiriyle, kimi zaman dijital bir “beğeni” ile…
Ama yapılan şey hep aynı:
İfade ediyor. Bağ kuruyor. Anlam arıyor.
Ve her kelime, insanlar arasında, düşünceler arasında bir köprü oluyor.
Kalın sağlıcakla;
Mustafa Haluk Saran – 22 Haziran 2025
Dip Notlar:
[1] Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Türk Tarih Tezi’ni desteklemek amacıyla Maarif Vekâleti tarafından 4 ciltlik “Tarih I–IV” kitapları hazırlanmıştır. Amaç, Türk milletinin köklü bir geçmişe sahip olduğunu bilimsel verilerle göstermekti.
[2] Sapir–Whorf hipotezi, dilin düşünceyi biçimlendirdiğini savunur. Yani farklı diller konuşan insanlar dünyayı farklı biçimlerde algılar.
[3] UNESCO’nun “Tehlike Altındaki Diller Atlası” dünya genelinde konuşanı azalan ve kaybolma riski taşıyan dilleri izleyerek belgeler. Sınıflandırmalar; “kesin tehlikede”, “ciddi tehlikede”, “kritik tehlikede” gibi kategorilerle yapılır.
[4] Esperanto, 1887’de Polonyalı Ludwik Zamenhof tarafından oluşturulan, tarafsız ve kolay öğrenilebilir yapay bir dildir. Küresel iletişimde eşitliği sağlamak hedeflenmişti.
Kaynak Notu:
Bu yazıyı hazırlarken kişisel deneyimlerimin yanı sıra Cumhuriyet dönemi tarih kitapları, UNESCO raporları, Sapir–Whorf kuramı, Esperanto literatürü ve dilin evrimi üzerine akademik/pedagojik çalışmalardan esinlenilmiştir. Ayrıca güncel teknoloji yayınları ve çeşitli kültürel kaynaklardaki örnek kelime analizlerinden dolaylı olarak faydalanılmıştır.
Sevgili dostum detaylı bir biçimde ‘dil’i anlatmışsın, bana söyleyecek bir şey kalmasada, sana destek olmak için bir kaç cümlede ben söyleyeyim.
Bir milletin dili, yalnızca bir iletişim aracı değil; hafızası, ruhu ve kimliğidir. Diller, insanlığın yürüyüşüne eşlik eden sessiz tarihçilerdir.
Her kelime, geçmişte yaşanmış bir duygunun, bir düşüncenin yankısıdır.
Bir halk, kendi diliyle düşündüğü sürece özgürdür; kendi diliyle ağladığı, güldüğü, şarkı söylediği sürece insan kalır.
Bir dil yok olduğunda, bir halkın bakış açısı da yok olur.
Doğaya, sevgiye, ölüme ve hayata dair yüzyıllarca süzülmüş anlamlar sessizce toprağa karışır.
Oysa insanlık, yalnızca teknolojiyle ya da sınırlarla değil dillerle, anlamlarla, hikâyelerle var olur.
Küreselleşen dünyada, büyük dillerin baskısı altında ezilen küçük dillerin çığlığı, insanlığın vicdanına yöneltilmiş bir sorudur.
Kendi köklerinden koparılan bir dilin yasını tutmak, sadece o halkın değil, tüm insanlığın görevi değil midir?
Bir ülke kendi diline ne kadar sahip çıkarsa, insanlığa da o denli hizmet etmiş olur. Çünkü her dilde, başka bir hayatın hakikati gizlidir.
Diller çoğaldıkça insanlık zenginleşir, diller yitip gittikçe yeryüzü biraz daha sessiz, biraz daha eksik kalır.
Sevgilerimle,
Pazar sabahımı bilgilendirdi. Yazını çok beğendim. Dil duygularımızı yaşatıyor. Ellerine sağlık
Çok güzel ve bilgilendirici bir yazı olmuş. Emeğinize sağlık…